Ödüller ve cezalar bir öğrencinin davranışlarını değiştiriyor olabilir, ama bunlar bittiğinde davranışları nasıl devam ediyor? Problemli çocuklarla çalışan biri olarak, ödül ve cezadan değil, kendi davranışlarının sorumluluğunu almayı öğrenmek için çocukları teşvik etme taraftarıyım.
Bir gün çalıştığım lisenin müdürü bana yemekhanedeki masada tek başına oturan bir kız öğrenciyi gösterdi. Mad Max filminden fırlamış bir karakter gibi görünüyordu. Hapishaneden yeni çıkmıştı. Saçlarında turuncu ve mor boyalar, vücudunda dövmeler, piercing'ler vardı. Makyajı tamamen siyahtı. Müdür bana, böyle bir öğrenci ile nasıl başa çıkabileceğimi sordu. "Konuşarak" dedim. O zaman gidip denememi söyledi. Ben de öyle yaptım. Üzerimdeki takım elbiseyle gidip bu öğrencinin masasına oturdum. Bana ters bir bakış attı, kaba bir şekilde kim olduğumu sordu. Önce ne yapacağımı şaşırdım, sonra aklıma kendi eğitimci eğitimlerimde kullandığım iki temel strateji geldi: Öğrencilerin gerçek ihtiyaçlarını karşılayın ve tehdit etmek yerine meydan okumaya davet edin.
Ve konuşmaya başladım: "Ergenlikte şiddet üzerine bir kitap yazıyorum. Eminim bu konuyu benden çok daha iyi biliyorsundur. Eğer gerçeği söyleyecek cesaretin varsa ve sana soracağım tek bir soruya cevap verirsen (meydan okuma), ismini kitabıma koyarım (ihtiyacı görmek)." Bana sorunun ne olduğunu sordu, ben de cevap verdim: "Sözünü dinlediğin, saygı duyduğun ve kendisinden bir şeyler öğrendiğin bir öğretmenin var mı?" Böyle bir öğretmeni olduğunu söyleyince, bu öğretmeni diğerlerinden farklı kılan şeyin ne olduğunu sordum.
Bana verdiği cevabı sanırım hayatım boyunca unutmayacağım. Bir film sahnesi gibi kafamda sürekli tekrar edip duran bu cevap, o günden beri yaptığım tüm çalışmaların vazgeçilmez bir parçası olarak kaldı. Ve o cevap, sert ve haşin bir suçluyu gözlerimin önünde korku dolu küçük bir kıza çevirdi: "Çünkü aptalın teki. Bir gün iyi bir iş bulabileceğimi, hatta üniversiteye gidebileceğimi ya da iyi bir anne olabileceğimi düşünüyor, çünkü ben yapılmaması gereken her şeyi çok iyi biliyorum."
Sonra ağlamaya başladı ve devam etti: "Üniversiteye gitmeyeceğim ve iş bulmayacağım. Asla anne olmayacağım. Ben artık ölü bir kızım. Hapishanede isminiz duvara yazılırsa ölü kabul edilirsiniz ve benim ismim duvarda yazılı. Tekrar oraya geri döneceğimi biliyorum. Ama bu öğretmen bana inanıyor, bu gerçekten ama gerçekten çok önemli benim için."
Söz verdiğim gibi daha sonra adını kitabıma koydum. Bu öğrencinin ismi Roxanne idi. Ona kitabın bir kopyasını vermek için çok uğraştım ama kimse nerede olduğunu ve onu nasıl bulabileceğimi bilmiyordu.
Bir süre sonra eğitimler vermek üzere bütün ülkeyi dolaşmaya başladım. Okul müdürlerine okuldaki en problemli yaklaşık 10 öğrencisiyle tanışmak istediğimi söyledim. İlkokuldan lise sona kadar olan tüm sınıflardan, her coğrafi ve ekonomik bölgeden öğrenciyle konuştum. Hepsine iki basit soru sordum: "En sevdiğiniz öğretmen kim ve neden?" Çoğunun en sevdiği öğretmen olmayacağını düşündüm ama hepsinin vardı. En çok dile getirilen neden ise bu öğretmenlerin onlara inanmasıydı.
Öğrencilere inanmak, onlara sadece inandığınızı söylemek değildir. Bu sözler ancak doğru olduğunda ve davranışlarınızla da gösterdiğinizde bir anlam ifade eder. Karşı tarafı aldatmak gibi bir şansınız olamaz çünkü çocuklar radar gibidir. Eğer söylediklerinizde samimi değilseniz hemen anlarlar. Peki onlara inandığınızı nasıl gösterebilirsiniz?
Öğrencilerinize inanırsanız, ödüle ihtiyaç duymazsınız. Ödül, onlara bir şey yaptırabilmenin tek yolunun karşılığında bir şey ödemek olduğu imasını verir. Oysa bu, inanmanın tam tersidir.
Her öğrenci test çılgını bir müfredatın gerçek dışı hedeflerine ulaşamayabilir. Ama her çocuk elinden gelenin en iyisini yapmayı deneyebilir. İronik olan, öğrenciler denemek için ne kadar çok cesaretlendirilirse, çılgın testlerimizden o kadar iyi sonuçlar alabiliyorlar.
Pek çok okulda en problemli çocuklara sadece bir şans verilir. O zaman mesaj şu olur: "Bizim istediğimiz gibi ol, yoksa seni istemeyiz." Okul tüm çocuklar içindir ve hatalar öğrenme sürecinin bir parçasıdır. Bu sadece akademik öğrenme için değil davranışlar için de geçerlidir. Öğrencileri bir kalemde silmek yerine, eksiklikleriyle baş edebilmek için onlara yeni beceriler öğretin.
Ne yaparlarsa yapsınlar, her zaman daha iyisini yapabileceklerini bilmelerini sağlayarak onları umutlu olmaya teşvik edin.
Zaten başarılı olduğunu kanıtlamış olan öğrencilere daha fazla öğrenme olanağı verme dönemi kapanmalı artık. En çok ihtiyacı olana daha fazla olanak verilmeli. Kimse bir basketbol oyuncusuna, "Bugün çok fazla faul atışı kaçırdın, daha iyi olana kadar sana antrenman yok" demez.
Düşünsenize Roxanne gibi problemli çocuklara temas etmeyi başarabilirsek, kim bilir ne çok hayatın değişmesine sebep olabiliriz?